17 Ağustos 2013 Cumartesi

aYAKaDIM

...
adımlar
yürüdükçe izi
kaybolan adımlar
...

1

Yürüyorsun,
ayak izlerin
arkanda değil önünde.
Yerleştiriyorsun adımlarını
bir bir o izlerin içine.
Bir adım attığında,
yerleştiğinde önündeki ayak izine,
siliniyor yavaşça yerden
diğer ayağının izi,
topuğunun yeri terketmesiyle
senkronize.

2
unutmuş gibisin
sanki senin olanı
değişen pek bir şey yok
hal
     bu
          ki
sen
sen olalı

3
biraz sonra
geleceğim
geçiyordum
şimdiden
kaç
ayak
kaçak
bir vagonda
benim düştü
pat diye-
meden
-benim
benimdi o,
senin yüzünden

4

aynı yolu
yürüdüğünde
bir kez daha
             ama bu sefer
tam tamına
tüm varlığınla
o anda
yürüdüğünde
eksiksiz

neşe içinde
yok olur
eski iz









29 Haziran 2013 Cumartesi

uÇuştAN uçuŞA


Kadın durdu. Baktı. Kalktı ve kaldı. Durdu ve uçtu. Sustu ve coştu. Ne az ne çoktu. Gideceği belliydi, yine de hoştu.

Adam durdu. Baktı. Umutları vardı. Durgun ve coşkun, öylece kaldı.

Kadın güldü. Hafif aralık kaldı ağzı, sessiz sözler havaya saçıldı, aralık bir süre kapanmadı.

Adam gözlerini ovuşturdu. Sessiz sözler gözlerine tutunmuştu. Ne çabuk. Yayıldı, yaktı.

Kadın konuştu. Adam konuştu. Siyah göz, mavi göz. Kimbilir ne dedi. Gitti ve geldi. Kaldı ve içti. Şimdi, siyah, mavi.


6 Mart 2013 Çarşamba

AyÇİNleNeZ

Yeterince üşümüşsen
fırlar içinden
yarı
açık
bir yudum
sıcak
çAY
kırık dökük diş
lerin
kana
tır ağzını
porseleni
Çin'İN
ne
yokuşyukarı
Ne
çıkmazsokak
tır istikamEt
sağdan sola
üç göZ boyu
nca devam et


4 Mart 2013 Pazartesi

diye diye

Küratörler, eleştirmenler. Çukulatalar, gofretler. Küçük bir çocuğun kırık ayak bileği. Bir delinin hatıra defteri. Ecdadımızın ilk kadın padişahı.  Kömürlükte cadı avı. Bir ilkokul örgütü. Yanlış bağlanmış bir gemici düğümü. İki kelimelik bir roman. Başı kaçan filmler. Kukunun neşesi. Pipinin sesi. Deney tüpleri ve arka sıralarda üç kişi. Bi kere de sen selam ver ey düğünde oynamaz, cenazede ağlamaz, bi kere de merhaba de. Seni de affettim, oyun olsun diye.


1 Mart 2013 Cuma

Holy Smoke


I started something I couldn't finish. It seemed quite easy at the very beginning. Is it possible internalizing the knowledge? I started with my seated meditation experience in the library, sitting and mental traveling - I searched for the conflict between sitting and acting of the mind - I pondered how I could visualize this. Guess what? I failed. My mind was too fast and  my body couldn't be a part of the library as I scan the body with the mind. Very close to giving up, I gave a sigh and suddenly a vision appeared before my eyes, misty and smoky: Voltaire was there. Not a surprise. He smoked deeply. As he exhaled, "The delusion of the book-burners is the belief of being able to initialize the history and destroying the past...", he said, through the fog. And then he disappeared. Of course he did. All of a sudden, as expected. "Is reading dangerous?" I asked Voltaire. Voltaire? He wasn't there. But his voice was still in space, saying something like "erase your face
and be a shadow
and move through history". Disappearing gradually, the smoke left a trace. A trace which has the might to transform the so-called erased face into a scarface. Well, that wasn't a trace really. A knife was it, a utility knife. Its act may be a trace, maybe not, may be.
Then it started to go on very easily and quickly- cutting books with the utility knife, making a rectangular hole. The hole
may be
the belly, so that the book could breath. Cutting more, more and more, constantly leaving pieces of papers, rectangular pieces. Rolling papers, filling them with tobacco, or with some weed, maybe not, may be, rolling again and again. Feeding the belly with fresh rolled novels, my hands becoming a rolling machine. Ready. Ready to read, ready to smoke or even to look. Call it a journey. A journey of a book, before it gets smoked. Enjoy the ride.



27 Şubat 2013 Çarşamba

yine mi toz

Yakında her şeyi kaybedecekmişim gibi bir his var içimde. Aşk dahil her şeyi. Tamamlanmışlık ve huzur, kaplayacak benliğimi, bir kaplan gibi. Kaplan kılığında bir kapan gibi. İçimde yanan şu ateş, görünmez oldu ama sıcaklığı bir süre daha götürür beni. Büsbütün sönerse de, koca koca, mini mini sorularla birlikte, huzur olurum yine. Baştan aşağı, yerden göğe kadar haklı. Ateş demişken; o bildik, sıcak şey var ya hani, kadim bir bilgi gibi, sinsi bir sızı gibi, el gibi, ayak gibi, sanki hep var gibi. Ah, işte bu mevsimde, nasıl desem, buz gibi.

Çok değil bundan bir kaç gün önce, çenemde bir sivilce, elimde ince bir kemençe, kürdan ya da bir tutam kekikle birlikte, olağan bir sakarlığın eşiğindeyim yine. Ses var mı yok mu, etraftan mı kafamdan mı bu gürültü, ayırdına varırdım ya aslında, pek öyle mühim bir mesele gibi gelmedi o anda. Yarış devam ediyordu ve sen orada yoktun. Küstahça büyük, altın rengi bir zekimüren mikrofonu gibi parlak ve talepkar, karşımda dikilmiştin. Yok yok, küstah değildin hiç, olsa olsa açık kalplilik denirdi buna. Kocaman, kalp şeklinde bir açıklık gibi, dikilmiştin karşımda. Işık azalıyor gittikçe genişliyorsun zaman daralıyor ve sen hala... Saçlarımı yıkamam lazım. Elimi suya daldırdım.

Bana bak. Usta bana dedi ki, düşmen gerek. Düş ki ölesin. Öl ki sevesin. Sev ki diyesin. Pes dedim. Sonra hep beraber yüzmeye gittik. Usta, sen, ben. Yarışalım mı dedin, karşı kıyıya kadar, üç deyince başlar. Gözlerimi kapattım. Beşe kadar saydım. Sıcak kumlar, kırık midyeler. Elimi tuttun. Rüzgar vardı. Rüzgar her zamanki gibi yalancı. Çenem düştü elime, pat diye. Elimi tuttun. Ayaklarım yoktu.