27 Ekim 2011 Perşembe

purvapurvapur

O kadar hayat doluydum ki O gece

kimbilir
       belki
     de

ö l m ü ş ü m d ü r

O derece

29 Eylül 2011 Perşembe

UFOldu

gidiyorum başbelası

elimde

yüzde
elli
birden
fazlası

kalbimin

iki başımın arasında
elim

cebimde
yüz
kay
me

kaysın aklın
ta nereye

sakın ola
ki
beni ordan geçir
me

su çok güzel

gitsene

24 Eylül 2011 Cumartesi

hedensa

cumartesi cumartesi
attı tasımın tepesi

sürerdim orama burama
bir tılsımım olsa

kesin beni bulurdu
ak sakallı kanarya
yana yana

         yan yana

21 Eylül 2011 Çarşamba

tarotella

kaçak kahin
zabıta yolda
küçük bir somunda
aksak kehanetin

Şehnaz diyor
bir roman yaz, adı olsun Feryat
bir oğlun olursa adını koyacaksın
Serhat




14 Eylül 2011 Çarşamba

KENDİNEBİLMİŞLİK EVRENİ, RUH ESTETİĞİ VE DİĞER GALAKSİLER HAKKINDA

Merhaba.
Çizgili bir defter aldım bu akşam, son MMigros kapanmadan. Ne yazacağımı bilmiyorum. Küçük planlarım, küçük 'twist'lerle mahvolmakta. Dükkanlar hızla kapanırken, bir kalem diğerine terkederken işlevini, inceden ayarlıyorum kendimi. Dört saattir yoldayım. Bir yoga dersi, iki öğrenci, Nişantaşı'nda elektrik kesintisi, yarım yamalak karanlık bir sergi.
Karşıma çıkan bir dergi,
                isyan yazılarıyla bezeli.
Moda ve "styling" içerikli.
Eski koltuklu ev ortamı, Beşiktaş'ta bir şarap evi. Eh, Misket tabii ki. Kurtulamadığım bir kafiye bilinci, kendini reddetme keyifsizliği, tatlı şarap, gevşek müzik, kırmızı ışık, içerde hafif dalgalı sıvı zeka, dışarda first class internet kafe. Biraz sarma sigara, küçük yeşil kova. Pencere açıksa herşey serbest, her şey yolunda.
Yani bence öyle.
Öyle mi?
Bence de.
Kendinden emin bir cümle yolumu tıkadı yine. İnsan kendinebilmiş olmayagörsün. Kendini bilmek gerek tabii, malum. Ama ya bu 'kendinebilmişlik' hali? Sıkılması gereken bir sivilce gibi. Gereklilik mikrobuyla şişmiş sanki. Kocaman bir balon. Hatta 99 Luftballons. Sıksan da da rahatsız edecek, dokunmadan bıraksan da. İlle bir şeye isyan edeceksem, isyanım zamanın insafına! Teslimiyetin yuvası da orası ya, yine düştük mü paradoksların şahına? Şah ve mat. Yine döndük mü başa? İyisi mi, geçeyim matıma, asanadan asanaya, dıştan içe, içten dışa, isyanımla başbaşa. Yine kaldım mı bir başıma? Olmadı be yoldaş... Oysa ki isyan planım bambaşkaydı; küçük bir 'twist'le mahvolmasaydı: İkiden bir'e, bir'den dünyaya... Olmaz mı ki? Olur ya, ne de olsa bahar yakında...

lucid yaptı bunu. eline sağlık lucid...

dönerce

kopuyoruz ayaktan
nasıl da bir kurşunkalem sofrası
temiz çay fincanı
bulabilene

peki ya
kim bekliyor hala
kafamın gerdanında

kökükukurikasıca
canıniçindeahya

11 Ağustos 2011 Perşembe

tra fik fik

arabalara benzer
kelimeler
taşıyıcı olabilir
veya
ezip geçerler
takip etmek ışıkları
                    işe yarayabilir
veya
    yaramayabilir
tetikte ol hep
çözmektense meseleyi
    trafik
         akarken doldurmak gerek
             altı delik keseyi


8 Ağustos 2011 Pazartesi

yeraltından kotlar

1

korku ruhun zemini
altı zemin
üstü pilav gibi
döner durur vaveyla

2

korku ruhun zemini
altı zemin
üstü pilav gibi
pilav üstü bikini

2.1

korku ruhun zemini
sevimli mi sevimli






1 Ağustos 2011 Pazartesi

laptop of the pops

bir kız var
bir kız
mavi saçları ve uzun tırnakları
dans eder gibi
ama ayakları bağlı
sesi çatallı
kimine zararlı

yine de yakın durmalı
can teğetten
yolu paşa çayı




4 Temmuz 2011 Pazartesi

Onix Bir Pokemon Değildir

Siyah Orfe
Aklıma düştü birdenbire-
yi biraz geçe

Gecenin iri dalgaları
Savurunca toprak atı
Beş kraker büyüklüğündeydi
Temiz çarşafların
Kırık patiskası

İz
o
lasyon

Biraz bal ve kekik
lazımdı
az
beyaz
en çok da kirli sarı
meşe palamudu
ve biraz da
altınotu

Gitmeye yakın
ilk parmağını yakaladı

1 Haziran 2011 Çarşamba

Der Mut, Die Mutter, Das Mutlu

İnsan mutlu olmak ister -ve mutluluk, 10 maddeden oluşan bir kılavuz eşliğinde çıkılan bir yolculuktur. İşte kılavuz, işte maddeler:

1- Rahat bir oturuşa gelin. Bağdaş olabilir. Gözlerinizi kapatın. Hareketsizliğin içinde, nefesinize odaklanın. Karnı yumuşak, çeneyi yumuşak tutun. İki kaşın arasını, göz çevresini yumuşamaya davet edin. Bedendeki duyumlara getirin dikkatinizi -ayaktan başa, baştan ayağa, dikkati beden parçalarına getirerek, tüm bedeni tarayın.

2- Bir bardak su için; içine bir adet nane yaprağı atılmış, bir-iki damla limon suyu damlatılmış olsun.

3- Bir adet çilek yiyin. Acele etmeyin, ağır çekimde takılın.

4- Öpüşün. Eğer böyle bir imkanınız yoksa, vapura binin.

5- Çimene basın ya da ayaklarınızı suya sokun. Eğer böyle bir imkanınız yoksa, sinemaya gidin. Seans öncesi kapıda bekleyip, az sonra film izleyecek olan insanları izleyin. Film başladı ve siz dışardasınız. Özgürlüğünüzün tadını çıkarın.

6- Bir kola açın. Başınızdan aşağı boca edin. Hiç vakit kaybetmeden, koşarak banyoya girin.

7- Ormana gidin. Yanınızda biri yoksa bile, varmış gibi yapın.

8- Dünyaya geliş anınızı zihninizde tekrar canlandırın. Tam doğarken vazgeçip anne karnına geri dönün.

9- Böyle iyi, deyin kendi kendinize; "böyle iyi". Farklı tonlarda, farklı hızlarda tekrar edin.

10- Sevmediğiniz bir metni, sevdiğiniz bir şarkının melodisiyle yüksek sesle seslendirin.


Müsaade ederseniz ben de insanım ve benim de birtakım zaaflarım var. Bununla beraber konuyu şahsımdan uzaklaştırarak mümkün mertebe umumileştirmeye gayret etim. Sürç-i lisan ettiysem affola. Kapak açtım mutluluğa, bu da bana kapak oldu ne ala.

20 Nisan 2011 Çarşamba

raziye'nin rezidansı

İlk ve sonun birbirine karıştığı bu baharda, yazalım biz de kendimizce bir distopya: haydi arkadaşlar, gönlünüzden ne koparsa.


oldubikere production, fakirliğin gururuyla sunar:

K İ M L İ K S İ Z L E R

Tanımsız bir felaket sonrası, belirsiz bir gelecekte, dünya üzerinde kalan az sayıdaki etiket, güç savaşlarının ana enstrümanı olur.

(...)

(devam, devam)

t-shirt tv by nurdi

16 Nisan 2011 Cumartesi

bibendum

hey gidi Muştu Hanımcığım

güzel olmasına güzel de
sevmek

ah bir de
burda olsaydı ya

şuburnubüzüşesice

sevilenler

4 Nisan 2011 Pazartesi

samuel sen benim

canım sevgilim
seni ne çok özledim
içim
de dışım
da her yerim
de
ve bir enginarın kalbin
de
bizi ayıran nehir
tam orta yerimden geçiyormuş diyorlar
dilimin ucu
mememin ucun
dan az
uz
ak
ta boşluk
ta
ve sefer ta
sında
dönüşün
ce
püreli püsküle
az biraz
kof
bir o kadar da
fe
su
panallah
işe

ce
ve
cefakar samuele

29 Mart 2011 Salı

küllü kahve

geçen hafta bir gün öğle vakti akaretler kafe nero. iç mekan/pencere önü.

uzun saçlı reklamcılar ya da birtakım prodüksiyon insanları bahardan önce uyanmış, dışarda sigaralarını tüttürmekte ve "yüksek enerjileri"nin bir kısmını regular kahveye boşaltarak bardağın dolu kısmını görmek konusunda çizgi ötesi bir yaklaşım sergilemekteydiler. aslında tembeldiler. ya da çok "yoğun"dular -galiba ikisi aynı şey.

hava mı? ultra. size bu satırları yazarken ben, saadetler diliyorum.

"offf... bu anı unutma. asla unutma bu anı. bir gün daha. belki sadece bir gün ama hayatın değişiyor unutma. yağlı krema ve dip kakaosundan beşbin kat daha hızlı ve geri dönüşümlü peçetelerdeki organik ruj izlerinden bile daha doğal bir gelişim bu -hayır en kirlisinden bir egzos dumanı mı, yoksa kurşunkalemin nostaljik tadı mı-devasa bir portakalın dış yüzeyini kavradığında, içinin serinlediğini duyumsa. Bu işler senin için yapılıyor, makinalar kimin için çalışıyor, saat tam 15:15'i gösterdiğinde, Kozmo Jimba küllerinden doğuyor."

güneş sıcak içilir. vakit şimdidir. dış mekan/yokuş aşağı.

21 Mart 2011 Pazartesi

pele ringo

soğuk havalarda dışarı çıkmaktansa
balkondan bakarken
sırtıma aldığım bir pele
rindir içerinin
sıcaklığı

işte böyle gecelerde
sabaha karşı bir ışık belirir
tam arkamda
kör
olursun
sakın bak
ma

kaybolmadan hemen önce
aydınlatır tüm geçmişi
ayırmadan
gelecek
ten
kimse bilmez ki adamım
ışık nerde başlar nerde
biter
iki çatal bir olunca
dudaklar şişer

15 Mart 2011 Salı

ya sonra?

Hava çok güzel. Ya sonra?

Bu(yarım)günkü deneyimimi sizlerle paylaşacağım az sonra. Umarım siz de benim kadar heyecanlısınızdır. Umabilir miyim? Umami, evet beşinci tat, bilenler yaşadı. Bilmeyenler de üzülmesin, onlara iyi bir haberim var: Artık hiçbir şeyi bilmelerine gerek kalmayacak. Neden mi -sıkı durun burası çok sarsıcı- çünkü bilmek, geçmişte kaldı. Bilmek benim için yalnızca bir spor değil, bir yaşam biçimi. Bir yaşam biçimi idi. Eli yüzü düzgün, biçimliydi. En azından buraya kadar her şey yolunda. Ya sonra?

Giriş gelişme ve sonuçtan oluşacak klasik bir kurgu peşindeyseniz, doğru yerdesiniz. Gelişme bölümüne hoşgeldiniz. Bu sezon biyeli etekler, bilyeli atletler ve antetli kağıtlar çok moda. Sezona damgasını vuracak renk, en adisinden şokella. Bronzlaşmak için cilde sürülecek tek taş, pırlantalı kola turka. Islık aslanın ağzında. Ekmekler sofrada. Buraya kadar her şey yolunda. Ya sonra? Peki sizce dünyanın ağzı nerededir? İşte bu(yarım)günümün can alıcı noktası, bir yumruk suretinde bana doğru geliyor; nokta atışıyla, tam ağzımın ortasına.

Path to Anusara ertesi sauna. Gevşemiş bedenim lokum kıvamında. Üşenmese hep gülecek yüzüm, ama tatlı bir tembellikten dudaklarım aşağıda. Masaj saati aksamış ve buna pek sinirlenmiş sevimli arkadaşımın yanaklarını sıkıştırıp, anın içinde gevşeyen herşeyle aynı frekansa girmiş partiküller halinde, yerden bir metre yüksekte yürümeye başlıyorum deniz kenarındaki çay bahçesine. Çay bahçesi de ne diyenleriniz olabilir, onlar için bahçe kat değil de yüksek tavandır önerim. Rutubet sevenlerse en asil duygunun insanları, onlarla beraber yürümeye devam diyelim. Hava şahane, adımlarımız doğayla uyumlu vaziyette, arkamda bir ses, fısıltı tonuyla aldığı nefesi, şiddetli bir sövme efektine, hadi diyelim ses titreşimlerine dönüştürmekte. Bir değil iki değil üçle kalsa sorun değil. Adam çok içten sövüyor, nefesi kuvvetli, uyum içinde dünyayla. Aldığı nefesi küfre dönüştürüyor usulca; azına sıçam bu dünyanın, diyor defalarca. Tıpkı bir mantra gibi tekrarlıyor: Azına sıçam bu dünyanın. Yaklaşık on tekrardan sonra, kenara çekiliyorum nazikçe. Yanımdan geçmesine izin vermek için, biraz da meraktan, bu adanmış küfür mantracısının maddi bedenine şöyle bir göz ucuyla olsun dokunmak için. Ben çekilince sesin sahibi aldığı nefesleri yeni bir titreşime dönüştürmeye başlıyor yumuşak bir geçişle: Taze simit, diyor şimdilerde; taze simit, yeni geldi simit var. Simit var şimdi, ya sonra? Dünyanın ağzı simit şeklindeyse mesela ve o anın içinde, hepinizle birlikte, dünyanın azına sıçam diyen sesle boşlukta salınırken, acil ihtiyaç molası, diyorum kendi kendime. Acil ihtiyaç molası, hepimize.

3 Mart 2011 Perşembe

ya sev ya save as

biz burda hamam böceğinden kaçmaca
yılanlar deri değiştiriyor orda

mart'ın 3'ü kapıda
gözüm dış kapının mandalında
ve hala o
çekirdekli mandalinada

kedilerin sevişmeye başlaması
hayra yorulmalı
o iki kedi biraz terbiyesizdi
gerçi
ya da
woodstock'ta bir öğle vaktiydi
sene bindokuzyüzaltmışsekizdi

kabul etmekse bir meseleydi
ruhun ikinci bayramını
üç bacaklı kedi
sen, ben ve
yorganaltı

                          block
                                   me
                                           if
                                                you
                                                        can

21 Şubat 2011 Pazartesi

ovula bumba

Sirk sirke karşıdır derler
Bilirsiniz

Şüphesiz ki sizler, bizlerdensiniz
Ne var ki bazı sizler bizim, bazıları sizin

İster misiniz ki birlikte bize gidelim
Sizden biriymişçesine, bizimle eğlenelim

Göreceksiniz ki bizim sizden bir zartımız yok
Zurna her yerde zurna

Afrikada ya da burda; burası afrikanya
Ovula bumba, ağrıyan sırta

Öç öyküleri ya da güç düğmeleri
Neskafe üçü birarada

Makas var halihazırda
Bulutları keselim

Diyorum ki
bütün gece
dansedelim

Üç Nokta'yla
.
.
.

14 Şubat 2011 Pazartesi

ami amour

kamera lusinda
kamera lusinda

seninle o dakika
çıtkırıldım kanarya

beyaz bir elyafta
beyaz bir elyafta

duş jelim benim
semaver dinim

mon petit, subyan mektebinde
mon petit, sübyan mektebinde

devrik bir cümlenin içinde
kepaze bir törende

olmaz olamazdı
olmaz olamazdı

seçim diye bir şey var mıydı
lüleler de ağlardı

cibinlik sonsuza dek
cibinlik sonsuza dek

litrelerce su
ve bir buçuk damacana

tek bir damlada
ami amour

12 Şubat 2011 Cumartesi

sofistike esterella

oh be. ne zamandır ilk defa keyfim yerinde. ne o, bi durum mu var? hayırdır?

- (...)

hıyardır, anlamaz o. kendini bilmediği için, iyi sanıyor. e daha ne olsun? sanıyor ya kendini, kendini bi şey zannediyor ya, ondan iyisi yok. bu demektir ki, yeterince iyi.

güne başlarken, çoraplarımı yan yana koydum. biri diğerinden daha mı uzun, daha mı geniş, daha mı fetiş, karar veremedim. biraz çay döktüm daha az fetiş olanın üzerine. sıcak sıcak yayıldı, rahatladı o da garibim. çorap işte, ağzı var dili yok. lahana sever misin başak, dedi yaşlı bayan yüz yıllık uykusunun ardından. beyaz bir sayfadansa, siyah bir çikolatayı tercih ederim madam, dedi -küstah ama mesafeliydi.

yarasa kol, çırpı bacak, sefa sürer beşemel soslu karabacak. yarın başka bir gün olacak ya, olacakla öleceğe çare bulunmaz ya, seninkiyle benimki, teknolojik ağırlıklı bir programda, ağırlığınca altınla. sofistike esterella; kaynar durur, zamanmekan vaveyla.

yarın başka bir dündür, o da aslında güdümlüdür. yeni bir prodüktör, yeni bir prediktör. hartwig, meine liebe. knacker knact jede nuss. güzel parça. sofistike esterella. ja, ich weiss es schon.

playlist hoşunuza gittiyse, ya da hoşunuza giden parçalar varsa, bana mail atabilirsiniz. bu parçayı ısrarlı dinleyicim bekir sıtkı erdoğan'a armağan ediyorum. varlığım varlığına armağan olsun.

31 Ocak 2011 Pazartesi

yedinci küfür

Bitkisel hayat bittiğinde, yeni bir hayat başlayacak. Güneş kuzeydoğudan doğup, batı sahilleri boyunca denizaltından süzülecek, üst bostancıdan bisikletle geçerek, altın arayanlara karışacak. Diğer güneşler gezegende toplandıkları köşeden ona katılınca, tüm vitaminler bir olacak.

Tanıyamadığım bir hayvanın çıkardığı düzenli sesler, sabahımın ilk saatine yayılmıştı. Hayvanın doğal sesleri miydi, yoksa bir boruyu mu üflüyordu, bremen bandosundan atılmış ve acı mı çekiyordu, hüzünlü bir ağıtla geceden gündüze mi geçiyordu- bilinmezin en sevgili parçası, parça çikolatalısı.

Nihayet ortanca kardeş Öğle Üzeri başını gösterdi, hevessizce kendini yukarı doğru ittirmeye başladı. "Yapılacak çok işin var" der gibiydi, demedi. Öğle Üzeri benden ümidi kesmek üzereydi.

Pencere açık kalsaydı belki bir şansım olabilirdi. Nedendir bilinmez, soğuk zamanı hatırlatır elinde sopasıyla -dokunmaktan imtina ederek; haset dolu sinsi bir rakip gibi, an be an baştan aşağı süzerek.

Periler sıraya dizildi. Hayrola dedim, neden geldiniz? Neden şimdi? Hemen uzaklaştılar. Periler anlayışlı varlıklardır. İlham dudak büktü, ben farklıyım havalarındaydı. Ona nazikçe kapıyı gösterdim. Afralı ve koyu mavi taftalı, bol pudralı yürüyüşüyle odadan çıkışını izledim. Tavırlar o biçimdi. Kalçaları biçimliydi. Dans etmeyi bir türlü öğrenemedi.

Rüzgarda yürümek ve yol boyunca değişecek kıyafetler istiyorum. Bir arpa boyu yeter bana.

23 Ocak 2011 Pazar

Senin Annen Bir Kitaptı Yavrum


Anneniz en son ne yaptı? Sitem? Dırdır? Kurabiye? Kitap? Evet, şimdiye kadar yaptıkları yetmiyormuş gibi, anneniz ev yapımı poğaçaların yanına, bir de kitap ekledi. İçine de kendisini koydu. Anne olarak kendisini mi sadece? Yoksa kadın, çocuk, ebeveyn, fräulein, flamboyan, şair, ressam, sevgili, belki biraz da basur kremi. Hepsi bizden, hepsi tescilli.

Ya diğer çocuklar? Onlar da uçurtmalarını, ip ve lastik toplarını, karton kutularını, renkli dünyalarını bir de karanlık dehlizlerdeki örümcek ağlarını, geride bıraktıkları için ateşe verdikleri ağıtları eklediler lokomotifin gerisine. Tükenmeyen kalemlerle, dolma parmaklarla çivisi çıkmış uçakları düşürüp, kuş üzümüyle yapıştırıverdiler dağılan beyinlerinin kıvrımlarını. Peki ama neden?

Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Tek bildiğimiz, ortada açık bir çağrı olduğu ve bu çağrıya kulak burun ve vaaz vermektense boğaz havası almayı yeğleyen, fikir ve tekir sahibi, dünyanın dört bir yanından katılımcıların, yaptıkları işleri göndermiş bulunduğu. Fanzinler, sanatçı kitapları ve el yapımı baskılar; baskıdan uzak insana yakın ne varsa, "annem bile bir kitap yapabilir" adıyla yüreklere gazoz serpen bu projede.

İkinci kez Apartman Projesi'nde gösterilen projenin amacı, genişleyecek ve farklı mekanlarda sergilenecek bir arşiv yaratmak. Bellek tüm kötürümlerin anasıdır diye boşuna dememişler. Ulvi bir amaç, zımba gibi bir maç, harikulade bir saç. Gidin görün çizin yapıştırın; anne şefkatini, baba taksimetresini salın, siz de kendi kitabınızı yapın. Gerekirse yakın, küllerinizden fırfır.

 
 FANZİN 
SİSTEME  
ATILMIŞ
BİR TOK
AT

17 Ocak 2011 Pazartesi

ölümcül lülü

Ölüm yakında. Bembeyaz bir sayfa gibi, Uğursuz bir kahkaha gibi, Yıkılan bir köprü gibi. Ortası delik bir simit gibi. Eski bir kaşar gibi. Bu pek olmadı sanki.

Akşamüstünü biraz geçe, o sihirli saatlerde, gökyüzüne doğru hafifçe açı yapmış kafam omuzlarımın üzerinde, yün atkının sıcaklığıyla uyuşmuş boynum, avrupa ile asya arasında bir köprü görevi görüyor olmaktan sıkılmış, artık kendi kendisinin patronu olmak istemekte -güneyde bir sahil kasabasına yerleşip organik deniz yosunu ve meyveli muhallebi yetiştirmek de olabilir.

Kafam o açıyı yaptığından beri, içim hiç rahat değil. Gökyüzünün hali pek bir tedirgin edici, pek bir iç ürpertici, pek bir tüyleri dikenleyici. Pekbir getirmenin tam sırası diye geçiverdi bir düş aklımdan, düş yakamdan dedim ona. Usulca sokuldu bana, insanlığın tepesinde son derece organize, simsiyah dans eden kuş sürülerini işaret etti. Sürünün peşine takıldım, böylesi rahat olacak besbelli. Rahatıma öylesine düşkünüm ki.

Kalabalığın arasından, ışıklı caddelerin kenarlarından, ıssızlığın ortasından yürümek suretiyle, sevimli şeylerin çok uzağındaki bir aynadan yansıyan suretimin ne kadar sevimli olduğuna aldırmaksızın, hiç durmadan genişletiyorum gölgemi. Hem uzatıyor, hem genişletiyorum; şehre yayılmış bir sümük ancak bu kadar konforlu olabilirdi. Şehir hayatı, rahatına öylesine düşkün ki.

Bir şey oldu. Tam o sırada. Her şey durdu mu bilemiyorum. Ama ben durdum. Baktım. Göremedim. Köprü yerinde yoktu. Gitmişti. Çekip gitmişti işte. Habersizce. Ona hak verdim. Köprüdeki lülü, köprüyü de alıp gitmişti. Köprünün altından çok sular aktı, dedi sevimsiz bir dilenci sırıtarak. Hava aniden ısındı. Dişlerimi de alıp hızla uzaklaştım.

5 Ocak 2011 Çarşamba

popporn

Bir porno muhabbetidir gidiyor...

Bilgi'de porno skandalı. Üniversitede porno çekmek. Porno tezle mezun oldu. Tempo dergisine konuştu. Akademik özgürlüğün sınırlarını test ettim. Test edildi onaylandı. Bir sene sonra patladı. Öğretim üyeleri okuldan atıldı. Önce popo sonra soruşturma açıldı.  Bana göre süt onlara göre çükülate.

Benim anlamadığım şu:
Herkes yorum yapıyor, filmi gören oldu mu?
Tezin akademik savunmasının tam metni ortalıklarda mı, herkes tez jürisinden bir parça mı yoksa parça pinçik bilgilerle yorumlar yaparak tam da bu "parça sektörü"ne mi eklemleniyoruz, ne dehşet. Parçala Behçet.

Bir kere olan olmuş. Film çekilmiş, jüride değerlendirilmiş. Daha da ilerlemiş, iş buraya kadar gelmiş. Bundan sonraki tartışmalar ancak zihin açıcı olursa faydalı, popo açıcı olursa üşüten olabilir, malum havalar sert. (hardcore I mean)

Üşütük popom ve karışık kafamla ben de bir şeyler söylemek istiyorum izinsizce.
Filmi çeken öğrenci akademik özgürlüğün sınırlarını sorgulayan deneysel bir iş yapma fikriyle yola çıkmış. Geldiği son nokta da bu olmuş: porno film çekmek, hem de okulda. Yani çocuğun derdi aslında pornoyla değil. Porno endüstrisi hakkında bir film çekerdi o zaman. Bu değil. "Akademi endüstrisi"yle ilgili bir film çekmek olabilirdi belki, pornografik bir üslupla. Ama yok, o da değil. Hatta film çekmek de değil sanki. Tek derdi sınırları zorlamak, bu da zaten bilindiği üzere sanatla uğraşanların ezeli ve ebedi derdi. Yani dümdüz ifade edildiğinde bir ilginçliği ya da "sınırları zorlayan" bir tarafı yok. Fazla düz, biraz saf, az eğlenceli. Belki şunun gibi:

-Ben dünya çapında bi sanatçı olmak istiyorum bunun için ne yapmalıyım?
-Çok, ama çok şişman olmalısın, çünkü dünyanın çapı epeyce bir geniştir.

İlginç olmak zorunda mı peki? Değil tabii, ama ortada bir iddia varken, arkasını doldurmak gerek. İddianızın arkasını kuştüyü yastıklarla mı, çivili tahtalarla mı dolduracağınız size kalmış. Çivi çiviyi soka dens. Akademiye, sınırlara ve özgürlüklere, sanata ve yaratıcılığa, akla, doğaya ve doğaüstüne, koltuklara, koltukaltlarına, bilime ve adalete, bir de sağlığınıza duacıyım. Oh Jesus. Just Like a Prayer.

Keşke bu olay diplomatik bir krize yol açsa...