31 Ocak 2011 Pazartesi

yedinci küfür

Bitkisel hayat bittiğinde, yeni bir hayat başlayacak. Güneş kuzeydoğudan doğup, batı sahilleri boyunca denizaltından süzülecek, üst bostancıdan bisikletle geçerek, altın arayanlara karışacak. Diğer güneşler gezegende toplandıkları köşeden ona katılınca, tüm vitaminler bir olacak.

Tanıyamadığım bir hayvanın çıkardığı düzenli sesler, sabahımın ilk saatine yayılmıştı. Hayvanın doğal sesleri miydi, yoksa bir boruyu mu üflüyordu, bremen bandosundan atılmış ve acı mı çekiyordu, hüzünlü bir ağıtla geceden gündüze mi geçiyordu- bilinmezin en sevgili parçası, parça çikolatalısı.

Nihayet ortanca kardeş Öğle Üzeri başını gösterdi, hevessizce kendini yukarı doğru ittirmeye başladı. "Yapılacak çok işin var" der gibiydi, demedi. Öğle Üzeri benden ümidi kesmek üzereydi.

Pencere açık kalsaydı belki bir şansım olabilirdi. Nedendir bilinmez, soğuk zamanı hatırlatır elinde sopasıyla -dokunmaktan imtina ederek; haset dolu sinsi bir rakip gibi, an be an baştan aşağı süzerek.

Periler sıraya dizildi. Hayrola dedim, neden geldiniz? Neden şimdi? Hemen uzaklaştılar. Periler anlayışlı varlıklardır. İlham dudak büktü, ben farklıyım havalarındaydı. Ona nazikçe kapıyı gösterdim. Afralı ve koyu mavi taftalı, bol pudralı yürüyüşüyle odadan çıkışını izledim. Tavırlar o biçimdi. Kalçaları biçimliydi. Dans etmeyi bir türlü öğrenemedi.

Rüzgarda yürümek ve yol boyunca değişecek kıyafetler istiyorum. Bir arpa boyu yeter bana.

23 Ocak 2011 Pazar

Senin Annen Bir Kitaptı Yavrum


Anneniz en son ne yaptı? Sitem? Dırdır? Kurabiye? Kitap? Evet, şimdiye kadar yaptıkları yetmiyormuş gibi, anneniz ev yapımı poğaçaların yanına, bir de kitap ekledi. İçine de kendisini koydu. Anne olarak kendisini mi sadece? Yoksa kadın, çocuk, ebeveyn, fräulein, flamboyan, şair, ressam, sevgili, belki biraz da basur kremi. Hepsi bizden, hepsi tescilli.

Ya diğer çocuklar? Onlar da uçurtmalarını, ip ve lastik toplarını, karton kutularını, renkli dünyalarını bir de karanlık dehlizlerdeki örümcek ağlarını, geride bıraktıkları için ateşe verdikleri ağıtları eklediler lokomotifin gerisine. Tükenmeyen kalemlerle, dolma parmaklarla çivisi çıkmış uçakları düşürüp, kuş üzümüyle yapıştırıverdiler dağılan beyinlerinin kıvrımlarını. Peki ama neden?

Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Tek bildiğimiz, ortada açık bir çağrı olduğu ve bu çağrıya kulak burun ve vaaz vermektense boğaz havası almayı yeğleyen, fikir ve tekir sahibi, dünyanın dört bir yanından katılımcıların, yaptıkları işleri göndermiş bulunduğu. Fanzinler, sanatçı kitapları ve el yapımı baskılar; baskıdan uzak insana yakın ne varsa, "annem bile bir kitap yapabilir" adıyla yüreklere gazoz serpen bu projede.

İkinci kez Apartman Projesi'nde gösterilen projenin amacı, genişleyecek ve farklı mekanlarda sergilenecek bir arşiv yaratmak. Bellek tüm kötürümlerin anasıdır diye boşuna dememişler. Ulvi bir amaç, zımba gibi bir maç, harikulade bir saç. Gidin görün çizin yapıştırın; anne şefkatini, baba taksimetresini salın, siz de kendi kitabınızı yapın. Gerekirse yakın, küllerinizden fırfır.

 
 FANZİN 
SİSTEME  
ATILMIŞ
BİR TOK
AT

17 Ocak 2011 Pazartesi

ölümcül lülü

Ölüm yakında. Bembeyaz bir sayfa gibi, Uğursuz bir kahkaha gibi, Yıkılan bir köprü gibi. Ortası delik bir simit gibi. Eski bir kaşar gibi. Bu pek olmadı sanki.

Akşamüstünü biraz geçe, o sihirli saatlerde, gökyüzüne doğru hafifçe açı yapmış kafam omuzlarımın üzerinde, yün atkının sıcaklığıyla uyuşmuş boynum, avrupa ile asya arasında bir köprü görevi görüyor olmaktan sıkılmış, artık kendi kendisinin patronu olmak istemekte -güneyde bir sahil kasabasına yerleşip organik deniz yosunu ve meyveli muhallebi yetiştirmek de olabilir.

Kafam o açıyı yaptığından beri, içim hiç rahat değil. Gökyüzünün hali pek bir tedirgin edici, pek bir iç ürpertici, pek bir tüyleri dikenleyici. Pekbir getirmenin tam sırası diye geçiverdi bir düş aklımdan, düş yakamdan dedim ona. Usulca sokuldu bana, insanlığın tepesinde son derece organize, simsiyah dans eden kuş sürülerini işaret etti. Sürünün peşine takıldım, böylesi rahat olacak besbelli. Rahatıma öylesine düşkünüm ki.

Kalabalığın arasından, ışıklı caddelerin kenarlarından, ıssızlığın ortasından yürümek suretiyle, sevimli şeylerin çok uzağındaki bir aynadan yansıyan suretimin ne kadar sevimli olduğuna aldırmaksızın, hiç durmadan genişletiyorum gölgemi. Hem uzatıyor, hem genişletiyorum; şehre yayılmış bir sümük ancak bu kadar konforlu olabilirdi. Şehir hayatı, rahatına öylesine düşkün ki.

Bir şey oldu. Tam o sırada. Her şey durdu mu bilemiyorum. Ama ben durdum. Baktım. Göremedim. Köprü yerinde yoktu. Gitmişti. Çekip gitmişti işte. Habersizce. Ona hak verdim. Köprüdeki lülü, köprüyü de alıp gitmişti. Köprünün altından çok sular aktı, dedi sevimsiz bir dilenci sırıtarak. Hava aniden ısındı. Dişlerimi de alıp hızla uzaklaştım.

5 Ocak 2011 Çarşamba

popporn

Bir porno muhabbetidir gidiyor...

Bilgi'de porno skandalı. Üniversitede porno çekmek. Porno tezle mezun oldu. Tempo dergisine konuştu. Akademik özgürlüğün sınırlarını test ettim. Test edildi onaylandı. Bir sene sonra patladı. Öğretim üyeleri okuldan atıldı. Önce popo sonra soruşturma açıldı.  Bana göre süt onlara göre çükülate.

Benim anlamadığım şu:
Herkes yorum yapıyor, filmi gören oldu mu?
Tezin akademik savunmasının tam metni ortalıklarda mı, herkes tez jürisinden bir parça mı yoksa parça pinçik bilgilerle yorumlar yaparak tam da bu "parça sektörü"ne mi eklemleniyoruz, ne dehşet. Parçala Behçet.

Bir kere olan olmuş. Film çekilmiş, jüride değerlendirilmiş. Daha da ilerlemiş, iş buraya kadar gelmiş. Bundan sonraki tartışmalar ancak zihin açıcı olursa faydalı, popo açıcı olursa üşüten olabilir, malum havalar sert. (hardcore I mean)

Üşütük popom ve karışık kafamla ben de bir şeyler söylemek istiyorum izinsizce.
Filmi çeken öğrenci akademik özgürlüğün sınırlarını sorgulayan deneysel bir iş yapma fikriyle yola çıkmış. Geldiği son nokta da bu olmuş: porno film çekmek, hem de okulda. Yani çocuğun derdi aslında pornoyla değil. Porno endüstrisi hakkında bir film çekerdi o zaman. Bu değil. "Akademi endüstrisi"yle ilgili bir film çekmek olabilirdi belki, pornografik bir üslupla. Ama yok, o da değil. Hatta film çekmek de değil sanki. Tek derdi sınırları zorlamak, bu da zaten bilindiği üzere sanatla uğraşanların ezeli ve ebedi derdi. Yani dümdüz ifade edildiğinde bir ilginçliği ya da "sınırları zorlayan" bir tarafı yok. Fazla düz, biraz saf, az eğlenceli. Belki şunun gibi:

-Ben dünya çapında bi sanatçı olmak istiyorum bunun için ne yapmalıyım?
-Çok, ama çok şişman olmalısın, çünkü dünyanın çapı epeyce bir geniştir.

İlginç olmak zorunda mı peki? Değil tabii, ama ortada bir iddia varken, arkasını doldurmak gerek. İddianızın arkasını kuştüyü yastıklarla mı, çivili tahtalarla mı dolduracağınız size kalmış. Çivi çiviyi soka dens. Akademiye, sınırlara ve özgürlüklere, sanata ve yaratıcılığa, akla, doğaya ve doğaüstüne, koltuklara, koltukaltlarına, bilime ve adalete, bir de sağlığınıza duacıyım. Oh Jesus. Just Like a Prayer.

Keşke bu olay diplomatik bir krize yol açsa...